Princess Principal: Kaos İçindeki Düzen

Bugün sizlere sezonun alt sıralarında kalmış kaliteli yapımlarından biri olduğunu düşündüğüm Princess Principal’ı inceleyerek, serinin kafa karıştırıcı hikaye anlatım düzeninin aslında ne kadar doğru kurgulanmış bir strateji olduğunu bölümler boyunca anlatmaya çalışacağım. Küçük bir de hatırlatma: animeyi izlememiş arkadaşlar için spoiler niteliğindedir.

Önce Princess Principal’ın konusundan biraz bahsedelim. Steampunk türüne ait bir evrende geçen hikâyede Viktorya Dönemi İngiltere’si iki kanada ayrılmıştır. Bir tarafta monarşi hüküm sürerken diğerindeyse gelişmekte olan uluslar topluluğu (Cumhuriyetçiler) bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin’ine benzer biçimde Londra bir duvarla ikiye ayrılmış, Soğuk Savaş dönemini aratmayan çekişmeler ve casusluk faaliyetleri şehrin dört bir tarafını kaplamıştır. Böyle bir karmaşa içerisinde hikâyemizin kahramanları olan 5 kişilik küçük bir casus grubunun, uluslar topluluğu adına atıldıkları maceralara tanık oluyoruz.

Seyirciyi kafa karışıklığına iten kısma geldiğimizde, Princess Principal’da hikâye düzeni, olayların gerçekleşme sırasına yani kronolojisine göre anlatılmıyor. Hikâye düzleminde sürekli ve rastgele biçimde bir ileri-geri durumu söz konusu. Fakat aşağıda da okuyacağınız üzere kaos içinde kendine göre bir düzen yaratılmış.

Princess Principal, hikâye üzerinden gitmeyip, karakterler üzerinden derdini anlatmayı seçen yapımlardan. Yani seyirciyi ana hikâye ve bununla bağlantılı yan hikâyelere odaklamayı seçmek yerine, karakterler ve bunların geçmişten günümüze olan gelişimlerine yönlendirmeyi, hikâyeyle birlikte nasıl bir yön çizdiklerine tanık olmamızı istiyor.

Serinin ilk bölümünün adı “13. Vaka”. Bölüm boyunca Soğuk Savaş, steampunk teknolojileri ve tabii ki animenin asıl yıldızı olan kızlarımızla tanışıyoruz. Ekibin kendi içindeki ve harici kaynaklarla olan çalışma biçimleri gösteriliyor. Kısacası sonraki bölümler için aperatif niteliğinde.

Ardından ikinci bölümde hikâyenin ilk başladığı an olan “1. Vaka”ya gidiyoruz. Bölüm boyunca ekibin nasıl bir araya getirildiği gösteriliyor: Uluslar topluluğu casuslarından Dorothy ve Ange’nin kraliyet prensesi ve hizmetçi Beatrice’le tanışması ve bu ikiliyi casus olarak yanlarına alışlarına tanıklık ediyoruz. Birinci bölümün arkasından bu bölümün verilmesindeki amaç, seyirciye karakterlerin ilk tanıştıkları an ile son görevleri arasında güven,dostluk vs… açısından ne kadar yol kat ettiklerini göstermektir.

Üçüncü bölüm olan “2. Vaka”, ekibimizin bir grup olarak çıktıkları ilk görev. Burada Ange’nin gerçek yüzüne tanıklık ediyoruz. Zafere giden yolda her şey mubahtır mottosuna sahip olan kahramanımız, bizlere geçmişte verdiği ya da gelecekte vereceği kararlarda nasıl hareket ettiğini/edeceğini göstermiş oluyor. Aynı bölümde Beatrice’in Ange’ye ne kadar çok güvendiğini ve gerekirse prensesi hayatı pahasına koruyabileceğini de izliyoruz.

Dördüncü bölüm “9. Vaka” olarak geçiyor ve ilk bölümde gördüğümüz makine düzeninde işleyen ekibin aslında başlangıçta öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Karakterler arasındaki soğukluk, güvensizlik bariz biçimde ortada. Hatta öyle ki birbirlerinin her hareketlerini gözetlemeye kadar varıyor. Önceki 3 bölümde olması gerekenleri ve ekibin başlangıç zamanlarını gördükten sonra bu bölümle birlikte takım içinde saklı olan karmaşa ön plana çıkartılıyor. Herkes aynı taraf için çarpışıyor gözükse de aslında hepsinin kendi planları var.

Beşinci bölüm olan “7. Vaka”, ninja eğitiminden gelme Japon casus Chise’nin İngilizler’in arasına nasıl katıldığını ve Japonya’nın neden iki hükümet (monarşi-cumhuriyet) arasında kaldığını açıklıyor. Chise ve Ange’nin birer müttefike dönüştüklerine şahit olduğumuz bu bölüm Chise hakkında bize bilmemiz gerekenleri sağlıyor. Japon hükümetine bağlılığı tartışılmayacak düzeyde olan Chise, verdiği ya da vereceği her kararı ülkesi için alacağını bizlere gösteriyor.

Altıncı bölüm olan “18. Vaka”da Dorothy’nin geçmişine bir yolculuk yaparak onun çocukluk zamanlarını görüyoruz. Boşanmış bir ailenin çocuğu olan Dorothy babasıyla tekrar karşılaşıyor. Ayrıca Dorothy ve Beatrice arasındaki artan dostluğa da şahit oluyoruz. Bu bölümle birlikte Dorothy’nin hareketlerini anlamlandırma fırsatını yakalıyor ve neden Cumhuriyetçilere körükörüne bağlı olduğunu görüyoruz.

Özetlersek; bu altı bölümün amacı bizlere karakterleri genel hatlarıyla anlatarak, onların çevrelerinde şekillenen bir dünya yaratmaktı. Dorothy, Cumhuriyetçilere sadık bir casustur. Chise de aynı şekilde Japonya için öyledir. Prenses, tahta geçerek bölünmüş ülkesini tekrar birleştirmeyi amaçlamaktadır. Beatrice yalnızca prensesine sadıktır ve onu korumak istemektedir. Peki ya Ange? Prensesle birlikte olabileceği her türlü olasılığa razıdır.

Dostlukları gelişerek daha da yakınlaşsalar bile, arkaplandaki gerilimi hissetmemek mümkün değil. Hepsi aynı taraftalar ancak bu birliktelikleri bir yere kadar sürecek. İdealleri ve amaçları uğruna birbirleriyle yüzleşecek ve nihayetinde bir seçim yapmak durumunda kalacaklar.

Eğer Princess Principal konu üzerinden, kronolojik olarak anlatılan bir anime olsaydı muhtemelen her sahnedeki karakter etkileşimini tam olarak anlayabilmemiz için altı değil on sekiz bölüm geçmesi gerekecekti. Tek seferlik maceralar üzerinden karakterler arası dramı başarıyla anlatmayı başaran bu “düzen dışı” çalışma, bize güzel izlence sunuyor. Umarım bu incelemeden keyif almışsınızdır. Bir sonrakine kadar…

 “Balon almak ister misin?”…

Kaynak:  Anime Now