Savaşın Gerçek Yüzü: Hotaru no Haka
"Neden ateşböcekleri bu kadar çabuk ölmek zorunda?"

1988 yılı anime açısından, özellikle de Stüdyo Ghibli açısından ilginç bir sene olmuştur. Bu yıllarda stüdyo, çok daha kişisel projelerini gerçekleştirmek için hala finansal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Shinchosa Yayıncılık, ödüllü kitap Hotaru no Haka'nın yanı sıra Miyazaki'nin kişisel projesi Tonari no Totoro'nun da kısmen finanse edilmesinin kabulüyle filmi üstlenmeye karar verir. Miyazaki'nin tuhaf şaheseri yüzeyde çocukça bir eğlence gibi görünürken, Hotaru no Haka Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'nın bir katılımcısı olarak son yıl yaşadığı yıkımı yürek burkan bir dille anlatır. Her iki filme de eşit şans vermek için, ikisi bir arada yayınlanır; muhtemelen o güne değin yapılmış en acıklı 3 saatlik film. Bu ikili set başlangıçta gişeleri alt üst etmez. Ama ne var ki Totoro, sonraları Ghibli'nin maskotu haline gelecek, şaşırtıcı sayılarda satış yapacak ve bu satışlar sonraki senelerde de hız kesmeden devam edecektir. Bu arda Hotaru no Haka, Ghibli'nin dünya çapında tanınmasını sağlamış, iyi eleştiriler almış ve yeni kurulan stüdyonun uluslararası tanınırlığını arttırmıştır.

İncelemeye bu küçük anektodla başlamak istedim. Filmin yayınlanmasının üzerinden neredeyse 30 yıl geçtiği için incelememi spoiler verme endişesi olmadan yapacağım. Ancak yine de halen izlememiş olanlarınız için spoiler uyarımızı yapalım.

Kategori: Film

Yapım Yılı: 1988

Firma/Stüdyo: Studio Ghibli

Yönetmen: Isao TAKAHATA

Senaryo: Isao TAKAHATA

Animasyon: Yoshifumi KONDOU

Müzik: Michio MAMİYA

Dizayn: Yoshifumi KONDOU

Süre: 1 saat 28 dakika

İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Japonya, Müttefik Kuvvetlerin ağır bombardımanı altındadır. Bombalar, şehirleri durmaksızın ve soğukkanlı bir şekilde yakıp yıkmaktadır. Kobe şehri de bu amansız saldırılardan nasibini almakta ve insanlar sirenlerin yeni bir yıkıcı bombardımanı her haber verişinde sığınaklara doluşmaktadır. Seita ve kız kardeşi Setsuko, Kobe'ye gerçekleştirilen son saldırıdan kurtulmayı başarırlar. Ancak anneleri onlar kadar şanslı değildir. Bir ateş fırtınasına yakalanan annelerinin kanlı, sargılı vücudu öylesine ağır yanıklar almıştır ki, bu acıya daha fazla dayanamayarak Seita'nın gözleri önünde can verir. Seita bunu kardeşinden saklamaya karar verir ve yakalandığı hafif hastalığından kurtulduğunda annesini gidip görebileceklerini söyler.

Hayatta kalabilmek adına, Seita bu tür durumlar için daha önceden gömülmüş olan aile yadigârlarını çıkartarak kardeşiyle birlikte Nishinoya'da yaşayan halalarına sığınırlar. Fakat burada da işler istedikleri gibi gitmeyecektir. Hane halkının yaptığı işlerde aktif rol üstlenmek istememesi üzerine halasıyla ters düşerek kardeşini de alıp kullanılmayan bir sığınağı kendilerine ev bellerler. İkili bulabildikleri çalıntı yiyeceklerle hayatta kalmaya çabalasalar da Setsuko yetersiz beslenmeden kaynaklı hastalık belirtileri göstermeye başlamıştır.

Nosaka Akiyuki'ye ait 1967 tarihli roman, yazar tarafından otobiyografik bir eser olarak yazılmıştır. Yazarın kendi savaş dönemi kabuslarından kurtulmasını ve kız kardeşinin ölümüne dair suçluluk duygusundan arınmasını amaçlamaktadır.

İkinci Dünya Savaşı yapımlarında, Tokyo bombardımanı ve Hiroshima ile Nagasaki 'ye atılan nükleer bombalara sıklıkla yer verilmiş olsa da diğer şehirlerin yerle bir edilmesine fazla değinilmemiştir. Hotaru no Haka ise bizlere Kobe şehri üzerinden Japon geleneksel kağıt ve ahşap evlerini tabiri caizse kül etmek için kendiliğinden ateşlenerek ateş fırtınaları tetikleyen bombaların ne derece etkili olabildiğini gözler önüne sermektedir.

Zaten bu film için geleneksel bir savaş filmi olduğunu söylemek de yanlış olur. Manşetlik büyük savaşlar ve ordu manevralarından uzakta, savaşın sonuçları ve bireylerin üzerindeki etkilerine dair bir film özelliği taşıdığını söyleyebiliriz. Bu türe benzer yapımlar arasında Nakazawa Kenshi'ye ait Hadashi no Gen ve Rail of the Star da gösterilebilir.

Film, gücünü ve yoğunluğunu klostrofobik yapısından, kısmen de inandırıcı ve kusurlu karakterlerle dolu fazlasıyla insani bir hikaye anlatmasından alır. Karakterlerin içinde bulundukları sıra dışı durumları ve aldıkları kararların gerçekçi oluşunu izlemek seyirciyi ciddi derecede izlerken rahatsız eder ve düşünmeye zorlar. Yapımın öne çıkan niteliklerinden birisi geleneksel anlamda bir kahramanı bulunmamasıdır. Seita, kız kardeşinin hayatta kalabilmesi için elinden geleni yapar ve korumacı bir tavır içindedir. Fakat aynı zamanda kibirli, dik başlı ve tepkiseldir. Her ne kadar kendimizi onun bulunduğu durumla özleşleştirsek bile yine de aldığı kararları kabul edemeyiz. Bu, filmin başından beri son derece açıktır. Seita'nın metro istasyonundaki acılı ve kimsesiz ölümü, gözlerindeki o parıltı sönerken son bir kez yana yatması ve ölü bedeninin çevresinde uçuşan böcekler. İstasyon görevlisi "Biri daha" der ve sahnenin devamıyla birlikte o 21 Eylül 1945 gecesi ölen tek kişinin aslında Seita olmadığını da görürüz.

Filmin anlatısı, Sunset Bulvard (Sunset Bulvar, 1950) ve American Beauty (Amerikan Güzeli, 1999) filmlerinde olduğu gibi, acı dolu son nefesleri hayatını nasıl yaşadığını gösterirken, Seita'nın ruhunun bakış açısıyla ölüm sonrasına odaklanır. Gururunu bastırıp halasıyla kalmış olsaydı, kız kardeşi hayatta olacaktı belki de. Ya da iş aramaya karar vermiş olsaydı yalnız ve kederli şekilde ölmeyebilirdi. Topluma ve geniş ailesine değil de yalnızca kendisi ve kız kardeşine odaklanması ölümlerine sebep olmuştur. Yani burada anlatılmak istenen bir şey varsa o da bu tür kriz anlarında bireyselciliğin hiçbir işe yaramadığıdır. Halası filmin ilerleyen bölümlerinde daha talepkâr bir tavır almakta, pirinç almak için Seita'nın annesinin kimonosunu satmaktadır. Bu da son aşamada çocukların evden ayrılmasına neden olmuştur. Zor durumda kalan Seita yiyeceklerin karne ile dağıtıldığı bir dönemde hırsızlığa kalkışır ve insanların evlerine girer. Bu da toplum tarafından dışlanma ve hor görülmelerine sebep olur.

Filmin içerisinde savaşın insanları ne derece etkilediğini hatta nasıl insanlıktan çıkacak raddeye getirebildiğini net biçimde görebiliyoruz. Bu, askerlerle ilgili olmayıp savaşın amacı hakkında çok bilgisi olmayan sivillerle ilgili bir filmdir. Çatışma korkusunun ve gaddarlığın insanları nasıl birer vahşi hayvana dönüştürdüğünü ve ardından da yok ettiğini betimlenme biçimi etkileyicidir. Bunun en iyi örneği de sanırım Seita'nın annesinin gördüğü muameledir. Ateş fırtınasında ölümcül yaralar alan kadın, okulda çalışan doktorlar tarafından ne kadar hayata döndürülmeye çalışılsa da nafiledir.

Acı içinde göçüp gitmesinin ardından işlerin tamamıyla tersine döndüğüne şahit oluruz. Kurtçuklarla sarılı bedeni başka kurbanlarla birlikte bir ölü yakma yığınının üzerine konur ve külleri kendisiyle birlikte ölenlerin küllerine karışıverir. Beslenme yetersizliği çeken Seita, bir şekilde insanlığına bağlı kalmaya çalışır, ruhu yalnızca kız kardeşini hayatta tutarak ayakta kalmaktadır. Kız kardeşi öldüğündeyse duyduğu keder çok açıktır. Onu kendisinin öldürdüğünü düşünerek ölüme doğru yavaşça yol alır.

Filme adını veren ateşböceklerinin kullanıldığı metaforlardan bahsetmeden de olmaz tabii. Mesela ikilinin ava çıktığı, mutlu günlere bir dönüş esnasında Setsuko böceklerden birisini ellerinin arasında kazayla ezerek hayatın ne kadar kırılgan olduğunu keşfeder. Ateşböceğini böylesine dokunaklı bir simge haline getiren şey elbette ki onun kısa süreli hayatıdır. Işıl ışıl parlayan ama kısa süreli bir hayat. Tıpkı iyimser ve hayat dolu Setsuko'nun da bu kaderle yüzleşmesi gerektiği gibi. Gökte vızıldayarak dolaşan ateşböcekleri aynı zamanda uçakları simgeler. Sadece boyut ve uzaklıkları onları böceklerden ayırmaktadır. Diğer yanda ise parlak ve ölümcül şeklide yanan ateş çiçeklerini oluşturan yağmur misali bombalar vardır.

Özetle, Hotaru no Haka savaşın sonuçları ve oluşturduğu duygusal deneyime dair evrensel bir başyapıt olarak sinema tarihindeki yerini çoktan almıştır. Bu incelemeyi de geçtiğimiz aylarda kaybettiğim amcam için tekrardan kaleme aldım. Ruhu şad olsun... İyi okumalar!

"Ama gidiyorum çünkü bugün sahip olduğum her şeyi, elde ettiğim her şeyi, bir şekilde o zaman yaptıklarımıza borçluyum. Ne ekersen onu biçersin. Bedelini ödeme zamanı geldi. Belki bu yüzden Tanrı bizleri önce çocuk olacak şekilde tasarlamıştır, en önemli dersi öğrenene kadar defalarca düşünüp kendimizi yaralayacağımızı bildiği için. Ne alırsan bedelini ödersin, ancak bedelini ödediğin şeyin sahibisindir... Ve sonunda, sahip olduğun şeylerin acısını senden çıkarırlar." - "O", 1986

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Yorumlar

https://www.animeler.net/assets/images/user-avatar-s.jpg

0 comment

Write the first comment for this!

Disqus Yorumları