İntikamın Soğuk Yenen Bir Yemek Olduğunu İspatlayan Anime: Gankutsuou
Gizemin drama evrildiği hikayeleri seviyor ve alışılagelmişin dışındaki yapımları ayrı bir kefeye koyuyorsanız Gankutsuou tam size göre, lakin One Piece, Tokyo Ghoul, Fairy Tail gibi daha ana akım yapımları ve pırıl pırıl çizimleri tercih ediyorsanız güzel vaktinizi boş yere harcamayın.

Anime dünyasını ikiye bölen Gankutsuou, neden bunca zaman “izleme listemde” kuzu kuzu bekledi bilemiyorum. İzledikten sonra, birkaç gün etkisinden çıkamadığım ve benim için “başyapıt” olan bu animenin elbette olumsuz birkaç yanı mevcut, lakin genele baktığımda o olumsuzluklar Fuji Dağı’nın üzerine çöreklenen sis gibi göründüğünden ayrı bir hava da katmıyor değil. 

Efendim, lafı daha fazla uzatmayayım ve Nisan ayınızı renkli bir intikam hikayesiyle yeşillendirecek Gankutsuou’nun artılarıyla eksilerine bir bakalım. Ayrıca şu noktada da belirteyim; bundan sonrası SPOILER. O zaman; ikou! 

1- Klasik Dünya Edebiyatına Japon Yorumu

1- Klasik Dünya Edebiyatına Japon Yorumu

Manga, roman (ağırlıklı light novel ve visual novel) ya da oyunlardan uyarlanan animeler, sektörün büyük çoğunluğunu oluştururken orijinal yapımların tadı da bir başka oluyor. Buna karşın klasiklere ya da edebi romanlara gözünü diken yapımcılar ve sanatçıların ortaya çıkardıkları ise çoğunlukla ya muhteşem ya da başyapıt oluyorlar. Mart ayına Haibane Renmei (esin kaynağı Haruki Murakami’nin Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabı) ve Gankutsuou sıkıştırmış biri olarak bu iki yapımın da nadide eserler olduğunu ve kendine has görsel dünyası ve hikaye anlatımıyla anime izleme kültürüne başka bir boyut getirdiklerini söylemeliyim. 

Gankutsuou, romandan uyarlanmış bir yapım; üstelik 1845’te yazılmış bir Fransız klasiğinden: Monte Kristo Kontu’ndan. Fransız romancı, oyunyazarı, hikayeci ve gezi yazarı Alexandre Dumas’ın kitapları (Üç Silahşörler’in de yazarıdır) 100 dile çevrilince en tanınan Fransız yazar haline gelmiş ve bu üne Japonlar da karşı duramamıştır. Dumas’ın yazdığı Monte Kristo Kontu, yazarın yaşadığı tarih aralığını baz alır ve kitap, pek çok açından ilkleri barındırır; bir örnek vermem gerekirse: Edmond Dantès’in hapishaneden kaçmak için ölen arkadaşının yerine geçerek Chateau d'If’in (IF Şatosu) mezarlığı olan denize bırakılması, sonrasında pek çok filmin, çizgifilmin kaçış sahnesinde farklı varyasyonlarla karşımıza çıkar.

Image

Şimdi gelelim bu madde altında pek çoğunuzun aklında yer eden o soruya; anime kitaba ne kadar bağlı? 

1- Kitap 1800’lü yılları anlatırken animemiz 5000’li (5053) yıllarda geçer. Bu sebeple macera ve dram ağırlıklı kitabımız animeye uyarlandığında bir de yanına “bilim-kurgu” kategorisini alır. Kitap denizde, anime ay yolculuğunda başlar.

2- Kitaptaki isimlerle animedeki isimler aynı, dokunulmamış. Franz, kitaptakinden gelişmiş ve daha önemli bir rol kapmış. Ayrıca olaylar kitaptakinin aksine Albert’in perspektifinden anlatılmış.

3- Kitaptaki kişilerin dış görüşlerine ve karakteristik özelliklerine, ünvanlarına dokunulmamış. Tek değişiklik Valentine Villefort, Maximilien Morrel ve Andrea Cavalcanti arasında yapılmış. Ana karakter Albert de Morcerf’in babası Fernand  Morcerf, kitapta Mercedes’in kuzeni, animede ise Dantès’in en yakın arkadaşıdır. 

4- Kitap gizemle başlamıyor, hatta neredeyse kitapta gizemli olan tek şey Monte Kristo Kontu’nun kim olduğu… Anime ise enfes bir gizem havasıyla başlıyor ve daha ilk bölümden dallanıp budaklanan, karakterleri örümcek ağı gibi sarmalayan bir hikaye örneği sergiliyor. 

5- Chateau d'If; kitapta Marsilya’da tarif edilirken, animede uzayın derinliklerinde yer alır. Chateau d'If’te Dantès’in kader arkadaşı, akıl hocası ve kurtarıcısı Abbé Faria iken animede “King of the Cave” olarak isimlendirilen kökenleri şeytana uzanan “Gankutsuou”dur. Gankutsuou, Faria’nın aksine, Dantès’in intikam duygusundan beslenerek onu kurtarır. 

6- Kitapta, Dantès’e Napolyon Bonapart’ın Fransa’ya getirileceği yönünde komplo kurulurken, animede bu komplo prense suikast olarak karşımıza çıkar. 

Yukarıdaki maddeler dışında benzerlikler/ayrılıklar muhakkak vardır ama kitabı onlarca yıl önce okuduğum göz önüne alınacak olursa aklımda kalanlar bunlar. 

1800’lü yıllarda geçen bir dünya klasiğini, 5000’li yıllarda geçen galaktik bir dram hikayesine evirmek, üstelik de benzersiz bir görsellik sunarak hikayeleştirmek anime ekibinin cesaretini gösterir. 

Image

Image

5000’li yıllarda teknoloji, galaksi seyahati açısından son derece gelişse de iletişim açısından tam tersi söz konusudur; mesela telefonla iletişim dahi yoktur, iletişim için yüz yüze gelmek şarttır. Buna karşın uzay zaman bükülmesinin esamesi okunmaz, borsada yapay zekalar önemli rol oynar. Fütüristik Paris’te Harry Potter’ı anımsatan gazetenin içindeki hareketli resimlere ve gizli şifreli kalemlere de rastlamak mümkün ama belirlenen şifreyle kişinin anılarına erişim sağlayacak bir portala ulaşma fikrini eklemek şık bir hareket olmuş. Dünya üzerinde sadece fütüristik bir Paris –üstelik o da surlarla çevrili– kalmış gibi bir hava yaratılması ve sonrasında uçaklarla diğer ülkelere seyahat edilebildiğinin ortaya çıkması da hoş bir detay; çünkü bu detay ortaya çıkana kadar izleyici, dünya üzerinde Fransa’dan başka ülke kalmadı sanıyor.

Image

Olur da geek’ler, bilim-kurgu etiketinden dolayı bu yapıma atlarlarsa tatmin olmayacaklarını ve animenin olayının o alt kategoride gizli olmadığını belirtmek isterim. 

Yıl olmuş 5000 bilmem kaç hala aristokrasi Fransa’da kol geziyor; aristokrat aileler çocuklarını “güç birleşmesi” için belirledikleri kişilerle kolayca evlendiriyor. Ay ise, insanların eğlence alanına dönüşmüş durumda; karnavallar, halka açık idamlar, çeteler… Diğer gezegenlerde ve dünya üzerinde de insanlar ve uzaylılar harmoni içerisinde yaşıyorlar. Animenin sevdiğim yanlarından biri de Barok ve Gotik Fransız mimarisinin minimal ve keskin köşeli gelecek mimarisiyle iç içe geçmiş olması. 

Mahiro Maeda’nın (yönetmen, bölüm yönetmeni, storyboard, orijinal karakter tasarımcısı, ana animasyon) Monte Kristo Kontu’nu okurken aklından böyle bir yapım geçmiş olması, bunu düşlemiş olması efsane bir şey! İntikam düşkünü Monte Kristo Kontu’nu, cazibesini artırmak için vampirimsi bir görüntüye sokmak ve bu öyküyü pek çok açıdan gelişmiş, pek çok açıdan hala yerinde sayan bir geleceğe taşımak cidden zeki bir aklın ürünüdür. Senarist Natsuko Takahashi’nin de eşsiz bir iş çıkardığını kabulleniyorum.

Hazır vampir demişken; sivri kulak ve dişler, ses kaydında sesin olmayışı, kayıtta görüntünün bozulması, kanına girdiği Héloïse Villefort’u toksolojiyle ilgilendiği özel serasında dişlemesi karakterin vampir olduğunu düşündürür. 

2- Tualden Fırlamış Sanat

2- Tualden Fırlamış Sanat

Gankutsuou’yu izleyen kitlenin ikiye bölünmesinin ana nedeni; karmaşık görünen sanat anlayışıdır. Binaların içi, kıyafetler, saçlar, aksesuarlar izleyenlerin ilk başta ambale olmasına, astigmatı olanların şaşı bakmasına neden olmuştur diye tahmin ediyorum. Lakin animeyi benzersiz kılan da içinde barındırdığı Gustav Klimt (Avusturyalı ressam; sembolizm ve art nouveau akımlarından ciddi derecede etkilenmiştir) tarzındaki sanat anlayışıdır. 

Image

Image

Daha önce hiçbir animede (Mononoke’deki Kusuriuri hariç) karakterlerin kıyafetlerini bu kadar detaylı çizilerek renklendirilmiş bir doku üzerinde uygulanan animasyonla izlememişsinizdir. Pek çok animede, bütçenin yarısından fazlası gözlere harcanırken bu yapımda belli ki bütçenin çoğunluğu karakterlerin sık değiştirdiği kıyafetlerine, 19.yy Fransız mimarisinin detaylarına, saçlara, aksesuarlara gitmiş olmalı, hoş iyi ki de gitmiş; resmen her bölümü “bir sonraki bölümde hangi güzelliği göreceğim” diye düşünerek izledim. Bu kısma ekleyeyim: Kont’un siyah pelerinini savurduğunda ortaya çıkan desen ve renklendirme Kont’un gücüne ve zenginliğine yaraşır bir detay olmuş. 

Image

Karakterlerin çizimleri de fevkaladenin fevkinde; her karakterin kendine has bir havası var ve her karakter kişilik özellikleriyle örtüşen bir dış görünüşe sahip. Anime dünyasında yok olma aşamasına gelen “burunları” bu animede görebilmek iyi geldi. Bazı sahnelerde üçgen şeklinde görünmesi “ah ya yapmasaydınız keşke” dedirtse de karakter çizimlerinin geneli gayet yerinde. 

Image

Image

Albert ve Kont’un düllosunda ortaya çıkan zırhların incelikli tasvirlerle 19. yy şövalyelerinin giydiği zırhların aynısına benzetilmesi ve teknoloji sayesinde uçabilmeleri, insan vücuduyla bütünleşik çalışabilmesi çok yerindeydi. Kontun aldığı düello pozisyonuna karşılık Albert’in (zırhın içindeki Franz’dır) tir tir titremesi ve darbe üzerine darbe alsa da en son darbeyi indirmesi beklenen bir sahne olmasına karşın pek de tatmin edici değildi. Beklenenlerin olmasından değildi yaşadığım tatminsizlik, berbat bir CG’ye maruz kalmaktı. Mekan çizimiyle olsun, Mercedes’in göz yaşlarıyla olsun, Franz’ın son nefesiyle olsun, Kont’un acımasızlığıyla olsun epic olacak bir düello sahnesi kötü CG nedeniyle hak ettiği ilgiyi görememiş sanki. 

Mahiro Maeda; Fransız Alexandre Dumas’ın hikayesini, Avusturyalı Gustav Klimt’in çizim tarzıyla birleştirerek hikayenin klasik kökenlerini fütüristik unsurlarla şahane şekilde harmanlamış ve bir Japon animasyon şahaseri çıkarmıştır. Şimdi tam da şu noktada şunu sorabilirsiniz: “Anime baştan sona Fransız mı?” Animede tek bir yerde Japon öğesi göreceksiniz. O da; Kraliyet Ailesi Kütüphanesi’nde “gankutsuou” kelimesiyle ilgili sonuç bulamayan Franz’ın İç İşleri Bakanlığı’ndaki sekreter arkadaşları Lucien Debray yardımıyla kelimeyi araştırdığında ortaya çıkar. Sandalyelerin sırtları geleneksel Japon kadın (ya da geisha) desenleriyle kaplıdır. Onun dışında Japon kültürüne ait herhangi bir unsur bulunmamaktadır. 

Image

Çizimlerin, dokuların, renklerin, animasyonların oluşturduğu sanat, ne izlediğinin farkında olan izleyiciyi kesinlikle tatmin edecektir. 

3- Hikaye ve Akışı

3- Hikaye ve Akışı

Hikaye, romanın ana temaları olan aşk, ihanet, intikam ve kurtuluşu takip eder. 

Hikayenin ilk bölümü kim olduğu tamamen spekülasyonlara dayanan Kont ve ona kayıtsız kalamayan Albert’le başlar; Ay’da bir operada kendine ait balkondan opera sanatçısına gül atan Kont’un mütevazı ve bir o kadar da cazibeli görüntüsü saf bir kalbe ve olgunlaşmamış bir ruha sahip Albert’i tam on ikiden vurur. Operada cep saatini (saatin üzerinde ironik şekilde “ölüm kaçınılmazdır ne zaman olacağı belli değildir” yazar) düşüren Kont’un peşinden sürüklenen Albert, Kont yanından geçtiğinde hayranlığı artmış şekilde bulur kendisini. Ay’a, hayatındaki “eksik olan şeyi” bulmak için giden Albert’in hayran görüntüsü de Kont’un intikamına başlamak için güzel bir zemin oluşturur. Kont’un içindeki Gankutsuou bu karşılaşmadan sonra şunları söyler: “Karnavalda henüz olgunlaşmamış bir ruhla karşılaştım. Arkadaşım dedi ki, bu intikamımın başlangıcı olabilir ama bu ruh çok güzel ve genç. Bu, tek başıma olan bana, korkmam için bir neden verir.” Aslında bu sözler başına geleceklerin de habercisidir. 

Image

Arkadaşı Franz’ın endişelerine kulak asmadan Ay’daki Kont’un malikanesinde “halka açık idama” katılan Albert, kendisini üç kişiden birinin hayatını kurtarabileceği bir oyunun içinde bulur. Kont’un “Birisi, bu olayı görmeden burada geçirdiği deneyimler hakkında konuşamaz” dediğinde Albert soğuk terler dökse de Kont’un etkisinde oyunu kabul eder ve kaderini al aşağı edecek önemli yan karakterlerden birinin hayatını kurtarır ve meraklı, ürpertici bir intikam hikayesinin karmaşık bir akışla bizi beklediğini gösterir. 

10. bölüme kadar Kont, geçmişin intikamını alacağı üç aileyle, paranın ve nezaketin gücüyle yakın ilişkiler kurar ve korkunç aile sırlarını bir bir ortaya çıkarır. Kont’un; Gerard Villefort ve Victoria Danglars arasındaki sırrı Villefortlar’ın eski malikanesinde zenginlere has bir oyunla ortaya çıkarması ve hikayeye sonradan kendisi tarafından dahil edilen Andrea Cavalcanti’nin Victoria Danglars’la ensest bir ilişkiye girmesi, kız kardeşiyle evlenmek üzere olması, babasının çıktığı mahkemede her şeyi ifşa etmesi Kont’un ne kadar acımasız planlar yaptığının ve hikayenin ağ misali dolandığının güzel kanıtlarından biridir. Ne de olsa her intikam hikayesinde önemli olan; karakterler arasındaki gizli ilişkilerdir.

Image

İzleyicisine ilk bölümden son bölüme kadar resmen bu sözün arkasındayız dercesine bir hikaye anlatım örneği sunar ve son bölümde Kont’un yokluğuyla hikaye olgunluk seviyesinde tavan yapar. Albert’in gördüğü “sahil rüyası”nın geçmişte babası Fernand, annesi Mercedes ve Edmond arasında yaşanan eski bir anı olması da çok güzel bir başka detaydı. Ayrıca yine son bölümde Edmond’un ve Fernand’ın yanyana gömülmesi, üstelik mezar taşında Fernand’ın kendi soyadı olan Mondego’yla görünmesi de ince bir başka detaydı.

Kont karakterinin azim, kararlılık, sabır, cazibe ve manipülasyon yeteneklerinin tavan yapması; her karakteri yakından tanımanıza neden olur. Kahramanların hikayelerini Kont’un intikamı, laneti ve nefreti üzerinden dinlemek çok hoştur. Bu kadar güçlü bir karakterin saf bir sevgi tarafından kurtarılması da felsefik olarak güçlü bir semboldür. Gizemle başlayan bir animenin, ustaca drama evrilmesi, intikamın gerilime bürünmesi sevdiğiniz ve sıkça yiyemediğiniz yemek neyse onun gibi bir tat bırakır. Ne demişler; azmin ve kararlığının gücü sınırsızdır! 

4- Karakterlere Can Veren Sesler

4- Karakterlere Can Veren Sesler

Makalenin başında da belirttiğim gibi; her karakterin kendine has bir havası ve karakteristik özelliklerine göre şekillenmiş bir görünüşü var. Bu görünüşün desteklenmesinde kuşkusuz karaktere ses verenin katkısı da devasadır. Özellikle Kont’u seslendiren kişinin Jouji Nakata olduğu düşünülecek olursa… 

The Count of Monte Cristo "Edmond Dantès" ve Gankutsuou

Image

İntikamı uğruna, bedenini ve ruhunu mahkum olduğu hapishanede Gankutsuou’ya veren ve bir zamanlar Mercedes’i her şeyin üstünde seven masum Edmond Dantès… İnsan kalbinin ne kadar kırılgan ve zayıf olabileceğini gösteren en güçlü karakterlerden biri. Kendi bedeni üzerinde herhangi bir hakimiyeti olmasa da küçümsediği Albert’in beklemediği anlarda kalbinde küçük artçılar yaratması, onu da izleyiciyi de hoş bir şaşkınlığa sürüklüyor. Kont, animenin 23.  bölümüne kadar büyük bir ilgiyle izlediğim ve bir sonraki elini merakla beklediğim nadir karakterlerden biri oldu. Seiyuu’sunun Alucard karakterine can veren Jouji Nakata olması da bu ilgimi güçlendiren unsurlardan biriydi kuşkusuz.

Image

Edmond Dantès’in ruhu ve bedeni karşılığında, kalbinde ikamet eden ve ilaçlarla zaptedilen (bir kereye mahsus telekinezi, hayvanları iyileştirme ve kontrol etme gibi alışılmadık güçleri olan Ali tarafından da zaptedildi) Gankutsuou’nun; iyinin kötü yanı olarak tasavvur edilmesi çok lezziz. Açılış müziğinden önce, bir önceki bölümün özetini kötü karakterin ağzından, arkadaşının bakış açısıyla dinlemek de epey hoş bir ayrıntıydı. O şahane Fransızca’nın sahibi Antonie Tome ve evet; Antoni Tome de Alucard’ın Fransızca dublajını yapan sanatçı! 

Albert de Morcerf ve Franz d'Epinay 

Image

Bu animeyi izleyen pek çok kişi şöyle düşünmüştür: “Franz adamdır, Albert madamdır.” 

Franz, herkesin sahip olamayacağı (babasının cenazesinde tanıştığı çocukluk arkadaşı için canını vermiştir) ebeveynden daha güvenilir bir arkadaştır. Her seferinde Albert’i uyarması, ona engel olmaya çalışması, bunlar kar etmeyince kendi başına hareket etmeye karar vermesi onu güçlü bir ana karakter yapar. Lakin kızdığı Albert kadar sorumsuz hareket ederek aslında ondan pek de farkı olmadığını Kont’la çarpıştığında kanıtlar. Franz’ı izlerken Albert’e anne şefkati ya da aşk tarzında bir sevgi beslediğini hissedebilirsiniz. Free animesinde Rei Ryuugazaki karakterine can veren Daisuke Hirakawa’nın burnu tıkalıymışçasına çıkan hoş sesiyle yarattığı Franz karakteri, animenin en sevilen ikinci karakteri olmuştur, benimse dördüncü karakterim. 

Albert, her “hakushaku (kont)” dediğinde pek çok kişinin tiksinerek izlediği benimse keyif aldığım bir ana karakter oldu. Ne kadar zayıf görünse de her şeyi başlatan bir karakterin her şeyi nasıl sonlandıracağı mühimdi ve kendi karakteriyle çelişmeyecek bir şekilde olanlara son verdiğinden, karakter tutarlığı yüksek bir ana karakterdi. Evet mızmızdı, evet toydu, evet paratoner gibiydi ama duygu ve inanç açısından tutarlıydı. Kont’a beslediği sevgi, Kont’u sevdiğini söyleyen diğerlerinin sevgisinden farklıydı; onunki sadece sevgiydi. Kont’un ne gücü, ne kim olduğu umurumda değildi. O, gördüğü adamı gerçekten de seviyordu. Albert, Ansatsu Kyoushitsu’dan Koro-sensei ile aynı seiyuu’yu paylaşıyor: Jun Fukuyama!

Unutmayalım ki; Albert, saf ve kolay manipüle edilen bir kalbe sahip olmasaydı bu kadar güzel bir intikam hikayesini katiyen izleyemeyecektik. Ayrıca Albert’in yerinde kim olsa dengesi şaşabilirdi; ailesinin aristokrat olduğunu ve anne ile babasının severek evlendiğini ama gerçeklerin hiç de öyle olmadığını, yalanlar üzerine inşaa edilmiş bir hayatın cam gibi kırıldığını, güç uğruna her şeyin kolayca değiştiğini ve inandıklarının ayaklarının altından kayıp gittiğini görmek her karakterin kaldırabileceği bir şey değildir. Bu yanıyla shounen yapımlarda gördüğümüz erkek karakterlerden farklıdır, zayıflığıyla, sümüklü suratıyla daha insansıdır. Bunca yalan dolan arasında kötü de olsa “gerçek” olduğuna inandığı tek kişiye yaslanmaktadır.

Animenin final bölümünde bir zamanlar nişanlısı ve yakın arkadaşı olan Eugénie Danglars ile yollarının Franz’ın mezarında birleştiği sahnede ne demek istediğimi belki daha iyi anlayabilirsiniz. 

Haydée Tebelin ve Peppo

Image

Image

Yan karakterlerden Haydée ve Peppo animede görmekten memnun olduğum karakterlerdi. Gezegen Janina’nın güzel ve bahtsız prensesi Haydée ve Ay’ın en büyük çetesinin eğlenceli üyesi Peppo. Haydée anime boyunca kontu ne kadar sevdiğini anlatıp dursa da onun sevgisi de bir sebebe bağlıydı; Albert’in babası Fernand Morcerf’in ipliğini konseyde pazara çıkaracaktı. Kont’un Haydée’yi neden “kukla” olarak çağırdığını da o zaman anlayacaksınız. Aralarındaki ilişkiyi kommensalizm olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz. Kont’u kurtaracak kişinin Haydée olmasını bekleyen çok izleyici olmuş ama sanırım Haydée’nin de içten içe intikam dürtüsü beslediğini ve aslında Kont’u Albert gibi saf duygularla sevmediğini es geçmişler. Peppo animenin yan karakterlerinden biri olsa da büyük olaylar hep onun varlığıyla başlamıştır. Bu nedenle gücü küçümsenmeyecek bir karakterdir. 

Maximilien Morrel

Image

Marsilyalı asker rütbesine bakmadan, ülkenin en güçlü adamlarından zalim savcı Gerard Villefort'un kızı Valentine'e aşık olmuştur ve Franz'la nişanlı olan Valentine'nin gönlünü verdiği mücadeleler sonrasında kazanabilmiş, Albert sayesinde üvey annesi tarafından zehirlenen kızı kurtararak günün kahramanı da olmuştur. Maximilien'ı kilit bir karakter haline getiren Valentine'e duyduğu sevgi değildir, Franz'ın Marsilya'da onları ziyareti esnasında Gankutsuou ve Kont arasındaki ilişkiyi kuracak ip ucunu yakalamış olmasıdır. Edmond, Kont olmadan önce Morreller'in gemisinde ikinci kaptandır. Maximilien ayrıca Kont'un daveti esnasında Albert ile düelloya girerek Albert'in duygu anlamında ilk uyanışını yaşamasına da vesile olmuştur.

Image

Ve aslında tüm hikayenin başlamasına neden olan tablo güzelliğindeki Mercedes Morcerf. Tarih hep yazar: güzel bir kadın için çıkan savaşların sayısı çoktur. Bu animedeki o kadın da Mercedes. Aşkın, ihanetin ve intikamın buluştuğu Mercedes’in animedeki en pasif karakterlerden bir olması çok yerindeydi. Bazı kilit sahnelerde yer aldığında “ne olur gidişatı değiştirmesin, yazık olur” dedirten bir varlığı da vardır; lakin artık devir Mercedes’in değil Albert’indir! 

5- Bu, Gankutsuou’nun Müziği Dedirten Müzikler

Üst sınıf Paris toplumu ve intikamı hakkında olgun ve karmaşık bir masalı anlatan Gankutsuou’nun müzikleri yapımın şanına yaraşır cinsten. Bir yerde tesadüf etseniz “Aaa Bu Gankutsuou’nun müzikleri” dedirtecek derece özgün besteler. 

Jean-Jacques Burnel tarafından bestelenen ve söylenen "We Were Lovers" açılış şarkısı olarak belirlenmiş. Şahane sepya renklerin eşlik ettiği açılış klibi, şarkının ruhuna ve animenin hikayesine son derece uygun. Açılış şarkısına, Eugénie tarafından Albert için bestelenen şarkı görevi vermek ve final bölümde Eugénie’nin kilise piyanosunda bu şarkıyı çalarak animenin açılış şarkısını kapanış müziğine çevirmek dahice! 

1. Bölümden 23. Bölüme kadar çalan ve yine Jean-Jacques Burnel’e ait olan animede kendisine kapanış şarkısı olarak yer bulan "You Won't See Me Coming" de güzel ama Burnel’ın bestelediği Sorrow/Shukumei ve Desire/Fukushuu wa tada ware ni ari ile Kouji Kasamatsu tarafından bestelenen Kaishou, Tsukiyo ve Auteui en önemli sahnelerde hikayeye eşlik eden ve anın duygusunu yükselten müzikler. Bu nedenle ismini saydığım bu beş müzik özellikle Kaishou benim esas favorilerim oldu. 

Gankutsuou'nun Konusu:

Kategori: Dram, Gizem, Bilim-Kurgu, Doğaüstü, Gerilim 
MAL Puan: 8.22
IMDB Puan: 8.0
Yapım Yılı: 6 Ekim 2004 - 30 Mart 2005
Stüdyo: Gonzo
Bölüm Sayısı: 24

Viscount Albert de Morcerf ve Baron Franz d' Epinay Ay'daki festivale giderler orada kendini bir asilzade olarak tanıtan Kont Monte Cristo ile tanışırlar. Kont, Albert'e Paris'te O'nu ziyaret edeceğine dair söz verir. Fransa'ya geldiğinde oradaki köklü ailelere gücü sayesinde kendini kolayca kabul ettirir. Lüks bir şekilde yaşar ve oldukça gizemlidir. Kont'un gerçek ismi Edmond Dantes'tir ve Morrelli aile şirketi için çalışan bir denizcidir. Haksız yere hapsedilir ve orada Gankutsuou ile tanışır bundan sonra hayatı değişecektir ve artık onun farklı düşünceleri vardır.

Bu şahaser animeyi şu linkten izleyebilirsiniz. 

"Eşek kadar kadın çizgi film mi izlermiş" isyanına cevap olarak doğdum. Radyo ve TV ile başlayan iş hayatı, dergi ile devam etti ve 2006'dan bu yana dijital reklam sektöründe çalışıyorum. Hikaye kitapları (Aşk Yemeği Acılı Sever ve Yakıngörmez) yazdıktan sonra, şimdilerde bir roman üzerine çalışıyorum.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Yorumlar

https://www.animeler.net/assets/images/user-avatar-s.jpg

0 comment

Write the first comment for this!

Disqus Yorumları