Kon'un Harikalar Diyarı: Paprika
Usta yönetmen Satoşi Kon'un aramızdan ayrılmadan önceki son filmini gelin daha yakından inceleyelim...

Paprika (パプリカ, Papurika) 1993 yılında Yasutaka Tsutsui tarafından kaleme alınmış bir romandır. Marie Clarie dergisinde 1991 ile 1993 yılları arasında dört parça halinde yayınlanımıştır. 1995 yılında Reiji Hagiwara'nın çizimleriyle mangalaştırılan psikolojik-gerilim ve bilimkurgu türünün en iyi örneklerinden olan bu yapıtın tefrika edilmesi ancak 2005 yılını bulmuştur. 2006 yılında Satoşi Kon tarafından animeye uyarlanan romanın 2010 yılında ünlü yönetmen Wolfgang Petersen tarafından bir live-action filminin çekilmesi planlanıyordu. Fakat aynı sene içinde Paprika ile benzerlikler taşıyan Christopher Nolan imzalı Inception'ın gösterime girmesiyle bu proje rafa kaldırılmıştır.

1970'li yıllarda finansal açıdan patlama yaşayan Japonya, bu dönemde ABD'nin işgali altındaydı. Bu elbetteki fiziksel bir işgal olmaktan daha çok kültürel düzeydeydi. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Japon halkına kendilerini bu şekilde affettirmek istiyor ve onlara bir anlamda 'Amerikan Rüyası'nı gösteriyorlardı. Bunu sunmanın belki de en iyi yolu sinemadan geçiyordu. Hollwood'un cazibesine kapılan halkın büyük kesimi bu rüyaya ulaşabilmek, kendilerini ve çevresindekileri refaha ulaştırmak ve hayatlarındaki gerçeklikten kaçmak için bu dünyalara dalıyor ve sürekli çalışıyordu. İşte Satoşi Kon da böylesi bir ortamın içine doğmuştu. Perfect Blue, Millennium Actress, Paprika... Bütün bu filmlerinde o döneme ait ve Hollwood esintileri içeren sinema ve televizyon enstantanelerine rastlayabilirsiniz. Fakat özellikle Paprika'da bunun izleri daha da net anlaşılıyor. 

From Russia with Love filminde James Bond'un trende kötü adamla kapışması, Tarzan'daki klasikleşen sarmaşıkla kurtarma sahnesi, Roman Holiday'de Audrey Hepburn'ün gitarla arkadaşını savunması ve Dedektif Konakawa'nın Paprika'ya perspektif çizgisini anlatırken Akira Kurosawa gibi giyinmesi. Tüm bunlar, yönetmenin sinemaya olan aşkını ve döneme saygı duruşunu gösteren birkaç küçük detay. Bu kısa girizgâhın ardından hiç zaman kaybetmeden incelememize geçelim!

.-.-.-.---.-.-.----.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-..-----.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.

Kategori: Film

Yapım Yılı: 2006

Firma/Stüdyo: Madhouse

Yönetmen: Satoşi KON

Senaryo: Seişi MİNAKAMİ

Animasyon ve Karakter Tasarımı: Masaşi ANDOU

Müzik: Susumu HİRASAWA

Kategori: Fantastik, Korku, Gizem, Psikolojik, Bilimkurgu

Süre: 1 saat 30 dakika

.-.-.-.---.-.-.----.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-..-----.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.--.-.-.-.-.

Dr. Kosaku Tokita, aşırı kilolu, tabir-i caizse bir dahinin bedenine hapsolmuş çocuk görüntüsü çizen bir psikoterapisttir. Kendisi, rüyalarını arkadaşları ile paylaşmak gibi son derece insani ama bir o kadar da çocuksu bir fikirle yola çıkarak, psikoloji alanında çığır açacağı düşünülen DC-Mini adlı cihazı geliştirir. Bu cihaz kullanıcısının başka insanların rüyalarına girmesine ve kişiliği ile senkronize olarak anksiyete ve nevrozların kaynaklarını bulmasına ve onarmasına olanak tanımaktadır. Ne var ki yüksek teknolojik bu cihazın başka bir özelliği daha vardır. İnsanların kişiliklerini değiştirebilme ve silebilme fonksiyonuna sahip olan DC-Mini, yanlış ellerde oldukça tehlikeli bir silaha dönüşme potansiyeline sahiptir. DC-Mini henüz psikoloji camiası tarafından onaylanmadığından, cihazın yaratım sürecinde yer almış, alanında uzman kabul edilen Dr. Chiba bununla ilgili deneyleri gizlilik içerisinde sürdürmektedir. Dört adet DC-Mini'nin çalınmasıyla birlikte de hikâyemiz şekillenmeye başlar.

Satoşi Kon, 1940-60'lı yıllar arasında Hollywood sinemasında sıkça görülen film noir türünü (hayatın negatif, kaotik yapısını, insanın doğasını, ikilemleri, ihtirası, intikamı ve ihaneti; korku, endişe ve gerilimin dilinden anlatan, özel dedektif ve femme fatale gibi tiplemelerin bulunduğu realist/ekspresyonist filmler) bilim-kurguyla harmanlayarak önümüze avangart sinemanın en iyi örneklerinden birini koyuyor. Tabii "sanat filmi" klasmanına giren bu yapım ortalama izleyicinin hemen kaşlarını çatmasına neden olmuş olabilir. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki sanat filmleri para kazanmak gibi bir amaca hizmet etmeyen, izleyenlere ilham veren, insanların hayatlarına ayna tutan ve kendilerini görmelerini sağlayan yapımlardır. O yüzden ön yargılarınızı kırın ve sinemanın büyüsünü hissetmeye, anlamaya çalışın.

Paprika bazı çok iyi bilinen kavramları yeniden ele alıyor: Örneğin; rüyaların başka gerçekliklere açılan pencereler olduğunu, muazzam güçlerinin yanında gerçeklik tarafından sınırlandırılamayacak sonsuzlukta genişleyebildiklerini, gerçek hayatta canımızı sıkan sorunların rüyalarda kendini gösterdiğini ve rüyalarımıza sanki bir oyuncakla oynuyormuşcasına kolayca müdahale edebileceğimiz gibi. 

Aslında filmdekine benzer şekilde, rüyalara girme fikrini ilk defa İngiliz bilim-kurgu yazarı Peter Philips’in 1949 yılında yayımladığı Dreams Are Sacred romanında rastlıyoruz. Romanda hastalarının rüyalarına girmek için bir makine icat eden terapistin hikâyesi konu ediliyordu. Yine yukarıda bahsettiğim türde fikirlere Urusei Yatsura: Beautiful DreamerAlis Harikalar Diyarında ve 1945 yapımı İngiliz filmi Dead of Night'ta rastlamak mümkün. Sigmund Freud'un rüyaları anlamlandırmak üzere pek çok makalesinin olduğu biliniyor. Ayrıca Aborjinlere göre rüyalar alemi, doğumun, tanrının, ongunların kendi benliğimiz içinde sonsuz uyumla var olduğu bir mekân konumunda. İşte Paprika da seyirciyi rüyalar aleminin bu gizemli ama bir o kadar da renkli dünyasına davet ediyor.

Tabii bu rüyalar renkli oldukları kadar korkutucu bir hal de alıyorlar. Filmi ilk izlediğimde aklıma çalınan ilk yapım 1939 yılında çekilen Oz Büyücüsü olmuştu. Oz Büyücüsü'nde Dorothy karakteri siyah-beyaz buhran zamanı Amerikasından, Technicolor tarafından renklendirilen (filmde buna bir gönderme de yapılıyor) Oz'un fantastik dünyasına büyülü bir hortum aracılığıyla getiriliyor. Burada başından geçen olayların ardından Dorothy aynı şekilde tekrar Kansas'a geri dönüyor. Fakat Paprika'da aynı konsept içerisinde kabul edebileceğimiz DC-Mini cihazı, bize rüyalara girme fırsatını sunarken aynı zamanda rüyalar aleminin de gerçek dünyaya sızarak burada yeniden canlanmasına neden oluyor. Filmin ortalarına geldiğimizde gerçek dünyaya sızan her yeni rüya daha kompleks rüyaların oluşmasına ve nihayetinde toplumun bunları gerçek olarak algılamasına neden oluyordu. O nedenle bu filmdeki rüyalar alemi için bireysel bir biliş düzeyinden ziyade, iç içe geçmiş olguların kolektif bir gerçeklik olarak algılandığı bir yer olarak bahsetmemiz daha doğru olur. Bir benzetme yapacak olursam Serial Experiments Lain yapımındaki Wired'ı çağrıştırıyor diyebilirim. Kısacası DC-Mini tıpkı bir sanatçı gibi, hayalleri gerçeğe dönüştürüyor. Shakespeare'in de dediği gibi:

"Hele şairlerin gözleri, onlar fıldır fıldır döner yuvalarında. Akıllara durgunluk veren hayal güçleriyle ellerine kalem alıp, havadan sudan şeyleri bile kağıt üzerinde biçimlendirip hem isim hem de cisim verirler. Bu öyle güclü bir hayal gücüdür ki, küçücük bir keyif ya da neş'e buldu mu, bunu hemen akla uydurur."   - Bir Yaz Gecesi Rüyası

İşte DC-Mini’nin taşıdığı bu tehlikeden haberdar olan ve film boyunca aleti kurtarabilmek için rüyadan rüyaya koşturan Dr. Chiba'nın henüz "test sürüşü" aşamalarında bu alet ile insanları tedavi etmeye çalıştığından bahsetmiştik. Yalnız bu işi kendi olarak değil, Paprika adında onun alt benliği/ikinci kişiliği olarak görebileceğimiz birisi aracılığıyla gerçekleştiriyor. Kendi kimliğini saklamak amacıyla sıradan bir karaktere büründüğü aklınızdan geçmiş olabilir, ama bence durum bundan çok daha farklı.

Bu iki karakterin özelliklerine bakalım: Dr. Chiba, neredeyse her zaman toplu saçlarıyla, ciddiyet sahibi, resmî kıyafetler içindeki tam bir iş kadını görünümünde. Filmin sonunda evlendiği ve belli ki başından beri bazı hisler beslediği Dr. Tokita’ya karşı bile son derece sert ve hissiz bir portre çiziyor. Bu konumundaki kadınlar genelde erkek gibi davranma, hislerini gizleme, müthiş bir düzen ve ciddiyet içinde bulunma gibi eğilimlerde bulunurlar. Zira öteki türlü aşağılanma, küçük görme gibi davranışlara maruz kalacaklarından endişelidirler. Burada net biçimde geçmişten gelen ve hâlâ sürmekte olan bir Japon geleneğinin izlerini görüyoruz. Kadının sadece ev işleri ve çocuklarıyla ilgilenebileceğini söyleyen bir gelenek!

Paprika ise Dr. Chiba'nın taban tabana zıddı. Dr. Chiba'nın düz siyah saçlarına karşılık, Paprika’nın dalgalı kızıl saçlarında hareketliliği, coşkuyu ve hayatı görüyoruz. Paprika spor kıyafetler giyiyor. Sıcak, sevecen ve rahat bir tutum sergiliyor her zaman. Dr. Chiba'nın bilincinde bastırdığı ne varsa rüyalar aracılığıyla Paprika’da ortaya çıkmış oluyor.

Hastalarının ona bir internet sitesi aracılığıyla ulaşmasını sağlayan Paprika, rüyalar ve internet arasında şöyle bir benzetmede bulunuyor: "Sence rüyalar ve İnternet birbirine benzemiyor mu? İkisi de bastırılmış bilinci özgürleştiriyor." Bu film vizyona girmeden önce sosyal medya diye bir kavram hayatlarımızda yoktu. Malum siteler ya henüz hayata geçmemişti ya da yeni yeni peydahlanmaya başlamışlardı. Sosyal medyayı geçtim, internet kullanımı bile şu ana kıyasla çok daha azdı. İşte burada Satoşi Kon'un filmlerinde sıkça bahsettiği teknoloji-modern insan olgusu üzerine başka bir örneğe daha tanık oluyoruz.

Kısaca anlatılmaya çalışılan şey şu: Rüyalar ve internet bir biçimde aynı şeydir. Her ikisi de bastırılmış bilinçaltı ögelerini gün yüzüne çıkartacak özelliklere sahip. İnternetin yaygın olarak kullanıldığı ülkelerde insanlar gerçek hayatta söyleyemedikleri/yapamadıkları şeyleri burada belirtme imkânına sahipler. Sanki bilinçaltının kontrol edemediğimiz bir kısmının kendi kendine ortaya çıkması gibi bir şey bu. Bu bağlamda rüyaların da aynı olduğunu düşünmek insana mantıklı geliyor. Bu dünyalara dalan kişiler bir anlamda kendilerini kaybederek karşısındakine gerçekte olduğundan çok farklı profiller sunabilir ve böylece alternatif hayatlar/gerçeklikler oluşturabilirler. 

Burada internetin/rüyaların iyi ya da kötü şeyler olduğunu ima etmiyorum. Yalnızca her iki dünyanın da sorgulanmayacak seviyede iyi ve kötü tarafları var. Bazılarımız sanal alemde farklı kuralların geçerli olduğunu, ahlaki açıdan bozulmalar sergilendiğini söylüyoruz. Bence gerçek dünya ile sanal olanı ayrıştırmak gereksiz. Çünkü gerçek dünya, içerisinde sanal olanı da barındırıyor. İnternet, toplumun iyi ve kötü yönlerini gösteren bir ayna gibi işliyor.

Filmin olay örgüsüne geri döndüğümüzde DC-Mini’nin içeriden biri tarafından çalındığı şüpheleri belirmeye başlıyor ve tam bu sırada psikoterapi grubunun başında bulunan adamın bu cihazı çaldığını öğreniyoruz. Başkan sıfatıyla anılan bu adamın bir güç simgesi olmasını beklerken karşımıza tekerlekli sandalyeye mahkum, yaşlı birisi çıkıyor. DC-Mini’den sorumlu bir insanın onu çalması mantıksız görünebilir ancak adamımız rüyalarda istediği kişi olabileceğinin farkında ve cihazı çalan kişileri “terörist” olarak nitelemesine rağmen, sırf kendi arzularını, hayallerini gerçekleştirip mükemmeliyetine ulaşabilmek için bu aleti çalıyor.

Rüyalarda Başkan’ı tekerlekli sandalyede görmüyoruz, onun yerine ağaç köklerinden oluşma bacaklara sahip ve onlar sayesinde hareket edebiliyor. Kökler, yere tutunmayı sağlamaları açısından kişinin iktidarı elinde tutma arzusunu yansıtıyor. Başkan daha sonraları ise her şeyi yutan, rüyalardan beslenen, beslendikçe büyüyen kapkara bir varlığa dönüşüyor ve nihayetinde yeniden doğmuş Paprika tarafınca yutularak yenilgiye uğruyor.

Sembolizm denizinde yüzmeye devam edersek; filmin son sahnelerinde Dr. Tokita'nın dev bir robot haline dönüşmesi, Paprika'yı yutması ve Paprika'nın daha sonra yeniden doğarak filmin baş kötüsünü alt etmesi halihazırda kafası karışmış izleyicinin daha da allak bullak olmasına neden olmuş olabilir. Gelin bunları açıklamaya çalışalım.  

Bebeklerin doğumdan sonra hayatlarının ileriki aşamalarına da sirayet eden, Freud tarafından ortaya atılmış bazı psikoseksüel gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlardan ilkine "oral evre" adı verilir. Bu dönemde, bebeğin emzirilme olgusundan uzak kalmasının yetişkinlikte sigara veya yemek yeme ihtiyacı benzeri şekillerde bağımlılıklara neden olabildiği söylenir. Rüyalarımız da en temel ihtiyaçların, duyguların, arzuların oyun alanı olduğuna göre Dr. Tokita gibi teknoloji ile yatıp kalkan birinin rüyasında dev bir robota dönüşmesini yadsıyamayız. Ayrıca Paprika'ya olan aşkını çocukluk döneminden gelen bu yemek yeme alışkanlığı/bağımlılığıyla tek lokmada yutarak göstermesini de bu şekilde anlamlandırabiliriz. Peki Paprika'nın dönüşümü ne içindi?

Çin folklorunda tapirler (baku) karabasanla beslenen hayvanlar olarak geçiyor. Bunun en iyi örneğini de Rumiko Takahashi’nin Urusei Yatsura'sında görebiliriz. Paprika için tam olarak bir tapir tanımlaması yapamasak da onu rüyaları kontrol ederek Batı'nın doymak nedir bilmeyen yapısını, ki burada karşımıza devasa Başkan forumunda çıkıyor, kendisine karşı kullanan bir figür olarak görebiliriz.

Burada Çin kültürüne yapılmış başka bir göndermeden daha bahsetmek istiyorum. Mavi kelebekler. Filmin çeşitli yerlerinde, özellikle de yukarıdaki sahnede bunun etkin biçimde kullanıldığını görüyoruz. Neden mi? MÖ 4. yüzyılda Çin'in Savaşan Beylikler Döneminde yaşamış bir filozof olan Zhuangzi, Taoizm felsefesi üzerine yazdığı kendisiyle aynı adı taşıyan kitabında şu hikâyeyi anlatıyor:

“En sevdiğim yerlerden birine gittim, bir ağacın altında. Orada oturdum, uyuyakaldım, ve bir rüyanın içine çekildim. Rüyamda, kendimi bir tarlanın üzerinden uçarken buldum. Arkama baktım ve kanatlarım olduğunu gördüm. Geniş ve güzeldiler, hızla çarpıyorlardı. Bir kelebeğe dönüşmüştüm! Bu rüyadaki her şey her açıdan kesinlikle gerçek hissi veriyordu. Çok uzun geçmeden, Zhuangzi olduğumu dahi unuttum. Basitçe bir kelebektim, başka hiçbir şey değil Sonra yavaş yavaş, uyandım ve fark ettim ki hepsinin sonunda ben Zhuangzi’ydim. İşte bu kafamı karıştırıyor. Ya şimdi rüya görüyorsam? Seninle yaptığımız bu sohbet her açıdan gerçek gibi görünüyor, ama rüyamda da böyleydi. Bir kelebek olduğu rüyasını gören Zhuangzi olduğumu düşündüm. Ama ya ben bir kelebeksem, tam bu anda, Zhuangzi olduğu rüyasını gören?”

Filmdeki gerçeklik ve rüya olgularının iyiden iyiye karıştığı sahnelere yapılan bu gönderme Satoşi Kon'un dehasını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bu filmi çözümlemek için sanırım birkaç sayfa daha yazmak gerekir fakat ben bunu yapmayacağım sizleri sıkmamak adına. Bu filmi izlemek belli bir anime ve sinema bilgisi gerektiriyor. Eğlenceli bir zaman geçirmek için "bilimkurgu temalı bir şeyler izleyelim" cümlesiyle yola çıkan birisinin zevk alacağı türde bir yapım olmadığını en baştan söyleyelim. Sizi her anında düşünmeye, anlamaya sevk ediyor. Ama bu elbette ki mutlaka izlenmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Bir sonraki incelemede görüşmek dileğiyle...

"Anata dare nano? (あなた, 誰なの)"

"Ama gidiyorum çünkü bugün sahip olduğum her şeyi, elde ettiğim her şeyi, bir şekilde o zaman yaptıklarımıza borçluyum. Ne ekersen onu biçersin. Bedelini ödeme zamanı geldi. Belki bu yüzden Tanrı bizleri önce çocuk olacak şekilde tasarlamıştır, en önemli dersi öğrenene kadar defalarca düşünüp kendimizi yaralayacağımızı bildiği için. Ne alırsan bedelini ödersin, ancak bedelini ödediğin şeyin sahibisindir... Ve sonunda, sahip olduğun şeylerin acısını senden çıkarırlar." - "O", 1986

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Yorumlar

https://www.animeler.net/assets/images/user-avatar-s.jpg

0 comment

Write the first comment for this!

Disqus Yorumları